Çin’de baş gösteren ve tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüs salgını, deyim yerindeyse yayıldığı tüm ülkelerin ekonomilerini alt üst ediyor. Salgın, ülkeleri sadece kısa vadede bir sağlık krizi olarak değil, yıllar boyunca sürecek yıkıcı bir sosyal ve ekonomik kriz olarak da tehdit etmekte. Diğer ekonomik gerilemelerin aksine bu krizdeki üretimin düşme sebebi talepten değil, hastalığın yayılmasını sınırlayan önlemlerin kaçınılmaz bir sonucudur. 2020 yılında sadece gelişmekte olan ülkelerin gelir kayıplarının 220 milyar doları aşması bekleniyor. Peki, salgınla mücadele kapsamında birbiri ardına ekonomik paket açıklayan hükümetler, salgınla ilgili acil harcamaları karşılamak için ihtiyacı olan parayı nereden bulacak? İlk bakıldığında hükümetlerin vergi artışı, borçlanma ve para basmak gibi seçenekleri bulunuyor.
Türkiye Açısından Değerlendirildiğinde Para Basmak mı Yoksa Borçlanmak mı Daha Avantajlı?
Salgının ekonomik etkilerini azaltmak için 100 milyarlık bir paket açıklayan Türkiye’nin para basması veya borçlanması noktasında uzmanların farklı görüşleri mevcut. Fakat hepsi artan sağlık harcamaları ve kapanan binlerce işletme nedeniyle Türkiye’nin elini çabuk tutması gerektiği konusunda hemfikir. Daha önce yaşanan ekonomik krizlere benzemeyen bu durum, Türkiye’yi üretim, istihdam, finans ve sosyal açıdan ciddi şekilde etkilerken, iyimser bir tahminle salgın önümüzdeki aylarda kontrol altına alınsa da sosyal ve ekonomik etkileri uzun bir süre devam edecek gibi görünüyor.
Enflasyonun yüksek olması ve yükselen döviz kurları nedeniyle Türkiye açısından para basmak oldukça riskli!
“Öncelikle hastanın iyileşmesi” gerektiğini belirten bazı uzmanlar yüksek enflasyonun bu dönemde öncelikli sorun olmayacağını ve Merkez Bankasının para basması gerektiğini belirtiyor. Fakat yıllardır düşük enflasyonu yukarı çekmeye çalışan Avrupa ve Amerika gibi güçlü bir ekonomisi olmayan Türkiye için yüksek enflasyon ve yükselen döviz kurları dikkate alındığında, para basmak kısa vadede çözüm gibi görünse de ileriki yıllarda ekonomik açıdan kronik bir hasara yol açabilir. Para basmak sürdürülebilir bir yöntem olmadığı gibi, basılan paranın Merkez Bankasına geri dönme ihtimali de zor gibi görünüyor. Herkesin bildiği üzere Birinci Dünya Savaşında borçlarını ödemek ve bütçe açığını kapatmak için çareyi para basmakta bulan Almanya, bu dönemde hiperenflasyonu yaşamış ve bir ekmeğin bir kasa para ile alınır hale geldiği bir döneme girmişti.
Dış borçlanma, sıcak para girişi ve döviz kurları açısından daha avantajlı
Bugün itibariyle Türkiye borçlanmak için iyi bir durumda olmasa da ihtiyacı olan parayı borçlanarak finanse edebilmesi halinde döviz kurları üzerinde ve kısa vadede enflasyon açısından (Uluslararası faiz oranlarının düşük olması sebebiyle) olumlu etki yaratacağını düşünüyorum. Keza Türkiye, özel sektörün yüksek borçluluk ve döviz riskine karşın toplam borçlanmanın (reel sektör, hane halkı vs.) GSYH’ye oranı referans alındığında, gelişmekte olan ülkeler liginde “düşük borçlular” arasındadır.
Kovid-19’la mücadele kapsamında Rusya ve Türkiye hariç, Orta ve Doğu Avrupa'daki AB'ye bağlı olmayan dokuz ekonominin çoğu, salgın nedeniyle IMF'nin finansal destek amacıyla oluşturduğu 50 milyar dolarlık havuzdan faydalanmak için başvuruda bulundu. Aslında Türkiye açısından da IMF’den borçlanma, oldukça mümkün. Fakat Türkiye IMF ile masaya oturmak istemiyor. Bu noktada Türkiye’nin önünde IMF dışında Dünya Bankası, Körfez ülkeleri, Rusya, Çin ve Japonya gibi seçenekler var.
Sonuç olarak krizlere alışkın olan Türkiye ekonomisi, Kovid-19 ile sıra dışı ve önemli bir sınavdan geçerken, hiç şüphesiz salgın sonrasında da büyük zorluklar yaşayacak gibi görünüyor.
Sağlıklı ve Huzurlu bir hafta geçirmeniz dileğiyle…