Doların Dünya Parası Olmasının Tarihçesi
19’uncu yüzyılın ilk çeyreğinde kâğıt paranın giderek yaygınlaşmasıyla birlikte İngiltere’de altın standardına geçildi. İngiliz Poundu, altına bağlı para olduğu için genel kabul gördü ve giderek dünyadaki en önemli rezerv para haline geldi. Altın standardı sistemi, ülkelerin, kendi kâğıt paralarını belirli bir ağırlıkta saf altın olarak tanımlamasıyla ortaya çıkmış bir sistemdir. Kâğıt paranın altına, altının da kâğıt paraya sorunsuz çevrilebilmesine konvertibilite deniyordu.
Altın standardında bütün ekonomiler kendi parasını belirli bir oranla altına bağladığında, sisteme girmiş bulunan bütün ülkelerin paraları sabit kur üzerinden öteki paralara bağlanmış oluyordu.
Birinci Dünya Savaşı öncesinde hemen her yerde hükümetler kâğıt para basımını tekel haline getirdi ve çoğu bu yetkiyi Merkez Bankasına verdi. Basılan kâğıt paraların altın karşılığı vardı. Bu karşılığı bulundurmakla, kâğıt parayı getirene o karşılığın altın olarak ödenmesi sözü verilmiş oluyordu. Bu dönemde İngiliz Poundu, altına bağlı ilk para olmanın sağladığı avantajın yanı sıra İngiliz ekonomisinin dünya ticaretindeki ağırlıklı yeri itibariyle de dünyanın en itibarlı parası olmaya devam etti. Birinci Dünya Savaşıyla birlikte merkez bankalarına yönelik altın talebi artınca altın karşılığı meselesi rafa kaldırıldı ve kâğıt para yalnızca yasal bir zorunluluğa dayalı olarak kullanılır oldu. Savaştan sonra karşılık meselesi yeniden oturtulmaya çalışılsa da gerçekleşmedi. İngiltere, Poundun altın karşılığını tutmakta uzun süre direndiyse de başarılı olamadı. Bu dönemde parasını altına bağlı olarak tutmaya devam edebilen yalnızca ABD olduğu için dolar, poundun yerini aldı ve yavaş yavaş dünya parası konumuna yükseldi.
1944 yılında Bretton Woods’da toplanan ve IMF ile Dünya Bankasının kuruluşuna önderlik eden toplantıda kabul edilen yeni para sistemi sonrasında doların altın karşılığı 35 Dolar = 1 Ons altın denkliğiyle açıklanmış ve böylece dolar altın karşılığı basılmaya devam etmişti. Bütün öteki ekonomiler paraları için dolar karşısında açıkladıkları kur üzerinden dolaylı konvertibiliteye sahip hale gelmişlerdi.
Dünyadaki bütün ülkelerin altın karşılığını terk etmelerine karşın doların altın karşılığında basılması, dünya çapında kabul edilmesini sağladı. Bu gelişmede ABD ekonomisinin, dünya ekonomisindeki büyüklüğü, dünya ticaret hacmindeki yeri, küresel finans sistemindeki önemi de etkili oldu. Dünyada merkez bankaları rezerv olarak altının yanında dolar tutar oldular. Çünkü dış dünyayla alış verişte en çok kabul gören araç dolardı. Dolar öylesine kabul gördü ki dünyanın her ülkesinde ülkenin parası kadar hatta bazen ondan bile fazla tercih edilir oldu.
Bu gelişmeye petrol ve altın gibi çok önemli iki malın dolarla fiyatlandırılıyor olması da büyük katkı yaptı. Dolar zaten altın karşılığı basıldığı için altının dolarla fiyatlandırılması zor olmadı. Petrolün dolarla fiyatlandırılması ise ABD’nin körfezde İngiltere’den devraldığı hegemonik güç ve yine doların altın karşılığı basılıyor olmasıyla sağlandı.
Vietnam Savaşının yarattığı mali ve parasal sıkıntılarla bunalan ABD, 1971 yılında doların altın karşılığı olarak basılması ilkesini terk edince karşılıksız kâğıt para basan ekonomiler arasına katılmış oldu. O zamana kadar karşılıksız para basan ekonomiler, paralarını bir anlamda dolar üzerinden altınla ilişkilendirdikleri için, bu gelişmeden sonra dünyadaki bütün kâğıt paralar karşılıksız kalmış oldu.
Madeni para, üzerinde yazılı değer kadar olmasa bile bir değer taşır. Altın karşılığı kalmamış olan kâğıt paranın üzerinde taşıdığı değere karşılık gerçek değeri ise yalnızca kâğıt ve mürekkep değeridir. Bu tür paraya ‘fiat para’ deniyor. Fiat, Latince “öyle olması gereken” anlamını taşıyan bir sözcük. Kâğıt paraların altın karşılığı basılması ortadan kalkınca kâğıt paranın üzerindeki değer, yalnızca hükümet veya yasalar öyle söylediği için var olan bir değere dönüştü.
Uzun süre tek başına altın karşılığı taşıyan para olarak tedavül etmiş olmasının yarattığı itibarla altın karşılığı kaldırıldıktan sonra bile dolar, sanki altın karşılığı varmış gibi dünyada kabul görmeye devam etti.
Gelişme yolundaki çoğu ülkenin kendi parası yeterince güçlü olmadığı ve sürekli değer kaybettiği için, konvertibiliteye geçiş sonrasında insanların bir bölümü paralarını dolara çevirerek saklar oldular. Buna ‘para ikamesi’ veya ‘dolarizasyon’ deniyor. Eğer ulusal para dolara tercih edilmeye başlanmışsa buna da ‘ters para ikamesi’ deniyor
Doların Tahtı Sarsılıyor mu?
Bretton Woods sisteminin çökmesinden önce birçok yorumcu doların artık dünya parası olarak kalamayacağını, tahtının sarsılacağını öne sürmüşlerdi. Belçikalı iktisatçı Robert Triffin, 1960 yılında Bretton Woods sisteminin sonunda gelip bir açmaza dayanacağını ileri sürdü. O yıllarda altın karşılığı basıldığı için rezerv para konumundaki dolara, ABD içinden olduğu kadar dış dünyadan da talep vardı. Triffin’e göre cari açık veren ABD, bu açığı kapatmak için dolar basıp dünyaya dağıtmaya devam ettikçe insanlar, ABD hazine kasalarındaki altının bu kadar doların karşılığını vermeye yetmeyeceğini düşünecek ve dolara güven azalacaktı. Cari açığı kapatmak üzere dolar basmakla dolara güven sağlamak arasında oluşan çelişki Triffin Çelişkisi (Paradoksu) adıyla anılır oldu. Triffin’in öngörüsü 1971’de gerçekleşti ve Bretton Woods sistemi çöktü, dolar da diğer paralar gibi karşılıksız kalmış oldu. Ne var ki bu gelişme doların dünya parası olarak devam etmesine engel olmadı.
2008 Küresel Finans Kriziyle birlikte Triffin’in öngördüğü aşırı dolar basılması gündeme geldi ve ABD Merkez Bankası Fed’in bilanço büyüklüğü bu dönemde on kat arttı. Bu büyük bolluk bollaşan her şeyin değerinin düşmesinde olduğu gibi doların da değerini düşürdü ve güven sarsılmasına uğramasına yol açtı. Bu dönemde bir yandan Çin Yuan’ının IMF tarafından rezerv para olarak kabul edilmesi ve SDR sepetine dâhil edilmesi, bir yandan ülkelerin birbiriyle karşılıklı ticaret ilişkilerini kendi paralarıyla kurmaya çalışmaları doları devirmese de sallamaya başladı.
Dolara son darbe Rusya’dan geldi. Ukrayna savaşı nedeniyle kendisine ambargo uygulanan Rusya, kendisine cephe alan ülkelere yapacağı doğalgaz satışını dolar ya da euroyla değil rubleyle yapacağını açıkladı. Rusya, bu hamleyle savaş nedeniyle değeri hızla düşmüş olan rubleye değer kazandırmayı hedefliyor. İlk ağızda Rusya Merkez Bankası faizi yüzde 10’dan 20’ye çıkararak rubledeki değer düşüşünü frenlemeye yöneldi. Bu adım, Rus vatandaşlarının rubleden dolara dönmesini (dolarizasyon) önlemek için atılmıştı. Ardından da bu önlem geldi. Bu durumda Rusya’dan doğal gaz alan ülkeler ellerindeki dolar veya euroları rubleye çevirecekler. Bu da rubleye olan talebi artırarak rublenin değer kazanmasını sağlayacak.
Bunlara ek olarak dünyada hızla artan bir kripto para piyasası var. Kripto para piyasasında işlem gören paraların toplam değeri bugün itibarıyla 2 trilyon doların üzerinde bulunuyor. Her ne kadar bunlar bu aşamada para gibi satın almalara aracılık edemese de ileride bu konuma geçmeyeceklerini söyleyemeyiz. Dolayısıyla kripto paralardan doların tahtına gelen ve giderek artacak olan darbeyi de göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Öte yandan dolara dayalı bir takım ödeme sistemlerinin yerine yerel paralara ve özellikle Çin yuanına dayalı bazı sistemlere geçiş için çalışmalar yürütülüyor. Çin’in, dünyanın en büyük ticaret hacmine sahip ülkesi konumunda olduğu dikkate alınırsa Asya’dan başlayarak dünyaya yayılan bir siteme liderlik etmesi sürpriz olmaz.
Son olarak ABD’de enflasyonun giderek hızlanması dolara olan güveni sarsacak önemli bir gelişme olarak karşımıza çıkacaktır. Yıllık yüzde 2 hedefine karşılık enflasyonun yüzde 8’e gelip dayanmış olması doların güçlü konumunu yıpratıcı bir gelişme olarak karşımıza çıkıyor.
Bunlara karşılık doların tahtını hemen terk etmesini beklemek doğru olmaz. Bunun birkaç nedeni var: (1) Böyle bir paranın herkesçe kabul edilmiş bir dünya parası işlevi görmesi alış verişlerde ve değer ölçümünde önemli bir kolaylık sağlıyor. İki ülkenin karşılıklı kendi paralarıyla ticarete girmesi kur meselesi ve değer ölçme meselesi açısından çeşitli sorunlar yaratabilir. Bir para biriminin dünya parası konumuna geçebilmesi için dolar kadar tanınmış ve kabul edilmiş olması gerekiyor. Mesela euro bu konuma erişemedi. (2) Çok sayıda ülkenin merkez bankalarının rezervlerinde ciddi tutarda dolar ve dolara bağlı ABD Hazine kâğıdı bulunuyor. Bu ülkeler arasında Japonya (1,3 trilyon dolar), Çin (1,1 trilyon dolar) ve İngiltere (609 milyar dolar) ilk üç sırada bulunuyor. Bu ülkeler doların başına bir iş gelmesini, en azından rezerv yapıları değişmeden, desteklemezler. (3) ABD’nin küresel finans sistemi üzerindeki etkisi devam ettiği sürece doların bu darbelerden etkilenmekle birlikte yıkılmasının zor olduğunu da belirtmemiz gerekir.
Sonuç ve Öngörü
Siyaset bilimi jargonuyla ifade etmek gerekirse ABD, küresel sistemin ‘hegemon’ gücü konumunda bulunuyor. 20’nci yüzyılın başlarında, Birinci Dünya Savaşı sonrasında, İngiltere’den devraldığı bu konumunu İkinci Dünya Savaşı sonrasında iyice pekiştirdi. Soğuk savaş döneminde iki kutuplu hale gelen dünyanın batı tarafında ABD’nin hegemon durumu devam etti. Karşısında Rusya vardı ve Çin o dönemde yeni yeni güçleniyordu. Küreselleşmeyle başlayan gelişmeler ve Çin’in giderek güç kazanması dünyadaki dengeleri de değiştirmeye başladı. ABD, halen dünyanın en güçlü ekonomisi ve dolar da halen dünya parası konumunda bulunuyor. Ne var ki bunun sonsuza kadar böyle gitmesi mümkün değil. Çin, bir süre sonra gücünü parasına da ilişkilerine de yansıtacak.
Geleceğin dünyası tek bir devletin hegemonyasında yürüyen bir dünya olmaktan çıkıp bölgesel hegemon devletlere dayalı hale gelecek, ABD de muhtemelen Kuzey Amerika ve Avrupa’nın hegemonu olarak kalacak.