Küresel ekonomi, pandemiden çıkışa doğru dalgalanan emtia fiyatları ve henüz onarılamayan tedarik zincirlerinin sonucu olarak enflasyonist bir iklimden geçiyor. Ancak hiç şüphesiz ki tüketici enflasyonunu dramatik ölçüde yaşayan ülkelerin üst sıralarında Türkiye geliyor. G-20 içerisinde ise Türkiye, yıllık enflasyonda başı çekiyor.
Geride bıraktığımız haftalarda Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) bildirdiği üzere; tüketici fiyat endeksi (TÜFE), Ağustos ayında bir önceki aya kıyasla yüzde 1.46 oranında artarak, yıllık bazda yüzde 80,21 ile 1998’den bu yana en yüksek seviyesini gördü. Bu dönemde yıllık bazda, üretici fiyat endeksi (ÜFE) yüzde 143,75 seviyesine gevşerken çekirdek TÜFE de, yüzde 66,08 düzeyine yükseldi.
TÜİK’in raporunun detaylarına bakıldığında; ulaştırma yüzde 116,87 ile başı çekerken, ev eşyası yüzde 92,02, gıda ve alkolsüz içecekler yüzde 90,25 ve alkollü içecekler ve tütün yüzde 82,49 ile sırasıyla artışın en yüksek yaşandığı gruplar olarak karşılandı. Bununla beraber fiyat baskılarının genele yayıldığı görüldü.
Süreç Nasıl İlerledi?
"Türkiye, kendi ligindeki ülkeler arasında bu noktaya nasıl geldi?" sorusunun cevabı; geride bıraktığımız yıl eylül ayında Türkiye Cumhuriyet Bankası (TCMB) Başkanı Şahap Kavcıoğlu’nun katıldığı, Alman – Türk Ticaret ve Sanayi Odası ekonomi toplantısında yatıyor. Burada Kavcıoğlu, enflasyonda çekirdek göstergeleri dikkate alacaklarını söyledi.
Başka bir ifadeyle Başkan, enflasyon hedeflemesinde kabaca gıda ve enerjiyi dışarıda tutacaklarını söyleyerek ilk kez tonunu yumuşatmıştı. Nitekim bu söylem de çok kalıcı olmadı ve aynı dönemlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘’faizlerde düşüşe geçiyoruz’’ açıklaması yaptıktan sonra eylül ayı Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında sürpriz 100 baz puan faiz indirimi geldi. Takip eden ekim, kasım ve aralık aylarında toplam 400 baz puanlık faiz indirimi ile 1 hafta vadeli repo ihale faiz oranı (politika faizi) yüzde 14’e kadar çekildi.
Ancak muhtemelen piyasanın bu kadar şiddetli bir tepki vereceği öngörülmedi. Nitekim hükümetin geçen yıl yayımladığı Orta Vadeli Program’da (OVP) tahmin edilen dolar/TL kuru: 2021 ortalaması 8,30 ve 2022 ortalaması 9,27 seviyesinde. Programa göre enflasyon da, 2021'de yüzde 16,2 ve 2022'de yüzde 9,8 olarak öngörülmüştü. Ancak özellikle kasım ve aralık aylarında döviz kurlarında başlayan ve 20 Aralık’a kadar 18,28 bölgesine süren şiddetli yükseliş birkaç ay öncesinde yapılan tahminlere gölge düşürdü. Aynı gece kabine toplantısında açıklanan Kur Korumalı Mevduat (KKM) enstrümanı, spot dolar kurunu 11 seviyelerine (vadeli işlemlerde 4 TL’nin altına) kadar düşürdü, ancak kalıcı olamadı. Kur, ithal mal kanalında yarattığı doğrudan fiyat artışları bir yana, akaryakıt kanalıyla genel yayılacak bir ölçüde enflasyon baskısı oluşturdu ve yıl sonu TÜFE’nin yüzde 36.08 seviyesine ulaşmasını sağladı.
Devam eden kur geçişkenliğiyle yılın ilk ayında yüzde 48,69’a ulaştık. 6’ıncı ayın sonunda ise TÜFE yüzde 78,62 oldu. Bu süreçte hükümetin bütçesinin yönetilebilirliğinin zorlaşması enflasyonu körükleyecek vergi ayarlamalarına (elektrik, doğalgaz zamları – ek bütçe) yol açtığı gibi, işletmelerin fiyatlama davranışlarının bozulması ve en önemlisi hanehalkının talebini öne çekmesiyle, ağustos ayında yüzde 80,21’lik TÜFE’yi gördük.
Elbette burada ‘‘ithal enflasyon’’ kavramı da devreye giriyor. Yani Türkiye’nin yakın ticaret ortaklığının bulunduğu ülkelerin parasal gelişmelerine bağlı olarak mal ve hizmet fiyatlarındaki değişimin yansımaları. Ayrıca savaşın emtia piyasasında yarattığı dalgalanmanın etkisi hatırı sayılır ölçüde.
Hal böyle olunca TCMB de yıl sonu enflasyon tahminini bir kez daha revize etti. Enflasyon Raporu 2022-III sunumunda Merkez Bankası, yıl sonu enflasyonunu yüzde 60,4’te öngördü. 2023 yıl sonunda yüzde 19,2’ye ve 2024 yıl sonunda ise yüzde 8,8 seviyesine gerileme tahmin etti. Burada Merkezin yıl sonu itibarıyla devreden çıkacak baz etkisi öngörüsüne bağlılığını PPK metinlerinden biliyoruz.
TCMB Hedefinde Dahi Aylık Artış En Fazla %2 Olmalı
Aralık ayında yüzde 13,6’lık kuvvetli bir baz etkisi, enflasyon görünümünde aşağı yönlü belirginleşecek. Ancak buna rağmen TCMB’nin yıl sonu yüzde 60,4 olarak öngördüğü TÜFE’nin yakalanabilmesi için; yılın geri kalanında aylık bazda fiyatlar genel seviyesinin en fazla yüzde 2 artış göstermesi gerekiyor.
Bir önceki yılın 3 aylık ortalamasına göre aylık kümülatif değişim yüzde 1,46 – 5,18 bölgesinde. 2 yıllık ortalama ise yüzde 3,29’da. Bu görünüm altında TÜFE’nin; eylül – ekim döneminde zirveyi görmesi oldukça muhtemel.
Olağan şartlarda; emtia ve kur fiyatlarındaki stabilite dikkate alınarak TÜFE, yıl sonu için devreden çıkacak baz etkisiyle iyimser beklentide yüzde 63.6’ya ancak gerileyebilir. Kurun ocaktan bu yana aylık ortalama yüzde 4.6 ve toplam 32 yüzde puan değer kazandığından yola çıkarak 5,1 puanlık bir enflasyon daha beklenebilir ki; bu da kümülatif hesaplama ile yakınsayarak yıllık yüzde 72,5 puan düzeyinde bir kapanış anlamına geliyor. Bu çerçevede yıl sonu için orta nokta ise yüzde 68.
Ancak altını kuvvetli bir biçimde çizmek gerekiyor ki yeni bir kur şokunun yaşanmaması kritik önem arz ediyor. Bu konuda kamunun büyük bir çaba harcadığı yurtiçi ve uluslararası medyada biliniyor. Nitekim küresel piyasalarda resesyon endişeleriyle savaş öncesi seviyelere gerileyen emtia fiyatları, TÜFE’nin iyimser beklentilere yakınsama olasılığını artırsa da TCMB, ABD Merkez Bankası (Fed) ile benimsenen politika makasını daha fazla açarak enflasyonist baskıları artırmaya çaba gösteriyor. Nitekim geçen ay ki 100 baz puanlık faiz indirimi bunun en önemli açıklayıcısı. Eylül toplantısında 50 baz puanlık bir faiz indiriminin daha gelme olasılığı ise dışarıda değil.