Bir ülke neden hayali enflasyon rakamlarına ihtiyaç duyar? İşin politik gerekçelerini bir tarafa bırakırsak; gerçeği yansıtmayan enflasyon rakamlarının ekonomik hedeflere ve enflasyona ne gibi bir katkısı olabilir?
Mehmet Şimşek ve Fatih Karahan’ın bu hafta ABD de yaptığı açıklamalarda en çok vurguladıkları nokta “yerel halkın” enflasyon beklentilerinin henüz yüksek olduğu ve onları enflasyonun düşeceğine ikna etmeleri gerektiği yönündeydi. Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere ne hane halkı ne de ticari işletmeler Merkez Bankası’nın yılsonu %36 olan hedefine “henüz” inanmıyor.
İnanmıyor çünkü yılardır görüldüğü üzere ne açıklanan verilerin ne de beklentilerin gerçeklikle alakası yok. Hele piyasa katılımcıları anketinde ortaya çıkan rakamlar bu ekonomistlerle aynı ülkede yaşayıp yaşamadığımızı sorgulatıyor. Bu beklentilerde yıllardır üst üste alakasız rakamlar oluşmasına rağmen bu “ekonomistler” inatla aynı beklentilerde bulunmaya devam ediyor ve Merkez Bankamız da bu anketi dikkate almaya devam ediyor.
Hayali Enflasyon ve Hayali Beklentiler İşe Yarar mı?
Buradaki amaç “iyi düşünelim, iyi açıklayalım, iyi olsun” gibi komik bir gerekçe olamaz diye umut ediyorum. Haliyle buna insanlar zaten inanmıyor. Akla tek gelen şey ise amacın talebi kısmak olabileceği.
Bilindiği gibi ülkemizde 3 ayrı enflasyon rakamı var. İlki resmi TÜİK, ikincisi yarı-resmi İTO ve ENAG çalışma gurubunun rakamları. Bunlar Mart ayı için sırasıyla (yıllık) % 68,50 , %78,25 , %124.63
Ücretliler maaş zamlarını en iyi ihtimalle resmi rakamlara göre alırken fiyat artışları ise ENAG rakamlarını doğruluyor. Yani bir çalışanın maaşı 100 TL iken alacağı zamla 168,50 TL olurken giderleri 224,63 TL oluyor. Emeklilerde bu durum çok daha kötü.
Yine basit mantıkla araç benzini yettiği yere kadar gider ve durur olabilir(mi) ?
Bu şekilde ücretlilerin talebi kısılarak enflasyon kontrolü hedeflenebilir mi? “Cebinizde para yoksa talepte oluşturamazsınız.” Doğru bir önerme midir?
Aksine, gelirlerindeki reel erime ve bu erimenin devam edeceği beklentisi içinde olan hane halkı tasarruftan vazgeçer ya da yapamaz. Bu durumda talep bırakın düşmeyi artacaktır. Zaten çok az olan hane halkı tasarruf oranımız bu nedenle yok olmaya doğru gitmektedir. Ayrıca Giffen paradoksu ve Veblen etkisi gibi talep kanununa ters teoremleri de iliklerimize kadar hissedeceğimiz sosyo-ekonomik bir yapımızda mevcut.
Her iki durumda da; yüksek enflasyon dönemlerinde, düşük ve yüksek gelir grubunda talebin arttığı görülür. Ülkemizde orta direk olarak tabir edilen bu iki gruba da girmeyecek, klasik arz-talep kanunun çalışacağı insan sayısı yıllar içinde o kadar çok azalmış, artan mülteci nüfusunun da buna negatif etkisi olmuştur. Gelir dağılımındaki uçurum nedeniyle talep eğrileri, reel gelirlerin düşüyle kontrol altına alınamayacak noktaya getirmiştir.
Yüksek gelir grubunda ise yine aynı şekilde negatif reel faiz, yüksek enflasyon sayesinde artan reel kazançlar(özellikle döviz bazlı artış), vergisizlik; bu gelir grubuna hitap eden ürün ve hizmetlerin taleplerinde artış olmasına neden oluyor.
Reel ücretleri eritmek adına asgari ücrete ve emekliye yapılmayan zamlar bu yüzden enflasyonu düşürmede işe yaramayacaktır.
Bir Garip Enflasyonla Mücadele Yöntemi: Boykot!
Burada eski Merkez Bankası başkanımız, mevcut BDDK başkanız, aynı zamanda üniversitede hocam olan Prof.Dr. Şahap Kavcıoğlu’nun bir MB toplantısında kredi faizlerinden yakınan bir iş adamına “Alma abi,alma” şeklindeki veciz cevabını anmadan geçmek olmaz.
Doğru ya, almazsak kime satacaklar? İşte enflasyonumuzu düşürecek kilit söz; almamak..
Biliyorsunuz ülkemizde her dönem enflasyonun bir günah keçisi bulunur, farklı ürün grupları, marketler, haller, esnaflar hedefte olurdu. Ancak bu durum genellikle çok da dikkate alınmayacak bazı basın yayın organlarının yönlendirmeleriyle olurdu.
Ancak şimdi üzerinde bayağı “ekonomist” titri olan insanlar tarafından bu cafe-restoran boykotunun örgütlenmeye çalışıldığını görüyoruz. Ciddi ciddi bu şekilde yiyecek fiyatlarının düşeceğine inanan ekonomi eğitimi görmüş bir grupta var. Aynı grubun bir önceki yazımda belirttiğim “kur ucuz kalırsa enflasyon düşer” görüşüne haiz insanlardan oluştuğunu görmek çok da şaşırtıcı olmadı.
Tekrar söylemek gerekirse; enflasyon bir sonuçtur. Bu sonuca giden nedenler ise bellidir; Para arzı, Faiz, Bütçe dengesi, üretim, beklentiler vb. Enflasyonu oluşturan nedenlere müdahale etmeden, enflasyon sonucu oluşmuş fiyatlara; o fiyat ve geleceğe yönelik beklentilerle satış yapan satıcılara yüklenmek, boykot etmek, almamak neye yarar?
Sonuç Olarak;
Ne hane halkı ne de tüccarlar açıklanan hayali enflasyon verilerine ve kadük beklentilere inanmıyorlar. İnanmıyorlar çünkü hem geçmiş yıllardaki tecrübeleri hem de enflasyonu oluşturan nedenlere baktıklarında açıklanan ve beklenen verilerin bir gerçekliğinin olmadığını görüyorlar.
Ücretlerdeki reel düşüşler talebi kısmakta işe yaramıyor. Yine dolaylı vergilerdeki artış talebi kısması beklenirken aksine daha artacak beklentisiyle bir işe yaramıyor. Kurumlar vergisindeki kaçak ve kaçınma(!) boyutları arşa ulaşmış durumda. Milyarlarca lira ciro yapan bazı şirketler, bir bankacı kadar vergi vermiyor. Tüm bunların üstüne enflasyon muhasebesi adı altında dişe dokunur vergi alabildiğimiz birkaç büyük işletmeye de sen 1-2 sene az ver yada hiç verme dedik.
Hesabını TÜİK enflasyonuna ve beklentilere göre yapması beklenen insanlar TL tasarrufa yönelip pozitif(!) reel faiz almak için vadeli mevduata yönlenmesi beklenirken gerçeklik bu şekilde oluşmuyor.
Baskılanan döviz kurları “düşük maliyetli enerji ve ara mallar maliyeti sayesinde düşük enflasyon” beklentisinde bir işe yarmıyor.
Gerçek enflasyonun altında belirlenen faizler insanları tasarrufa ve TL ye yönlendiremiyor, aksine bu işe yaramayan faizler yüksek talebin devamı nedeniyle oluşturduğu finansman maliyetleriyle enflasyonu yükseltici etki yapıyor.
Enflasyon kontrolü kısa vadede ancak; gerçek verilerle ve bu verilere göre oluşacak pozitif faiz, para arzında düşüş, denk bütçelerle(kamuda tasarruf), vergi adaleti ile mümkün olabilir, gerçek beklentiler ancak böyle düşebilir. Uzun vadede ise planlı ekonomi ve yüksek üretim gücüyle.