Covid-19 pandemisinin küresel ekonomi üzerinde muazzam bir etkisi oldu. Dünya ekonomisi derin bir yavaşlama belirtisi gösterirken, daha krizin ilk aylarında dünya genelinde yüzbinlerce işyeri kapanmış, çoğu düşük gelirli olmak üzere pek çok kişi işini kaybetmişti. Özelikle bu noktada ABD Merkez Bankası (FED) pandeminin ekonomik zararlarını sınırlamak ve kredi akışını sürdürmek için parasal genişleme politikalarına yöneldi. Bu politikalar genel olarak varlık alımlarını ve borçlanma maliyetlerini düşürerek kredi vermeyi içeriyordu. Tüm bu önlemler COVID-19 salgınının yol açtığı zarar sonrasında para arzını artırmak ve ekonomik büyümeyi canlandırmak için alındı. Aslında pandemiye yanıt olarak genişletici bir para politikası uygulayan tek kurum FED değildi. Avrupa Merkez Bankası (ECB) dahil birçok ülkenin merkez bankası da benzer para politikalarını uyguladı.
Fakat Türkiye, gelişmekte olan diğer ülkelerin aksine ekonomik faaliyetleri desteklemek için doğrudan malî transferlerden ziyade çoğunlukla kredi genişlemesine yöneldi. Bu durum dolarizasyana neden olduğu gibi yüksek enflasyonu da beraberinde getirdi. Bunun soncunda artan belirsizliklerle birlikte TL’deki değer kaybı yabancı sermaye çıkışlarına neden oldu. Diğer taraftan dünya genelindeki merkez bankaları pandemi sonrası faiz artırırken TCMB yükselen enflasyona ve onu körükleyen döviz fiyatı artışlarına rağmen faizleri indirdi veya sabit tuttu. Buna karşın, Yeni Ekonomik Model kapsamında planlanan önlemler hiçbir şekilde enflasyonla mücadeleyi içermiyordu. Bu durum Türk lirasında zayıflamaya neden olduğu gibi makroekonomik istikrarsızlıklara da yol açtı. Neticede enflasyon Türkiye’nin kronik bir sorunu haline geldi.
ENFLASYONDAN KORUNMAK İSTEYENLER EV, ARABA ve DÖVİZ ALDI!
Yüzde 70’i geçen enflasyon karşısında alım gücü düşen ve tasarruflarını korumak isteyen bireyler konut, araba, döviz vb. varlık alımlarına yönelerek kendilerini korumaya çalıştı. Tabi enflasyon ve faiz arasındaki makasın açılması durumu daha da cazip hale getirdi. Özellikle bireyler bu alımların büyük kısmını kredi kullanarak gerçekleştirdi. Bu durum fiyatların katlanarak artmasına ve kredi kullanımlarının tarihi seviyelere ulaşmasına neden oldu.
KREDİYE ULAŞIM ZORLAŞIYOR!
İktidar seçim öncesi ekonomide yavaşlama istememesine rağmen kredilerin amacı dışında kullanılması, enflasyon ve döviz kurlarının yükselmesi gibi nedenlerden dolayı faize dokunmadan kredileri yavaşlatmak istiyor. Şu an için bunu ihtiyaç kredilerinde taksit sayısını azaltmak veya kredi kullanmak isteyen şirketlerin döviz bozdurmasını talep etmek gibi yöntemlerle gerçekleştiriyor. Ama önümüzdeki günlerde TCMB yüksek enflasyon ve artan döviz kurlarından dolayı politika faizinde artışa gidebilir. Diğer taraftan TCMB faizleri sabit tutmasına rağmen ticari kredi faizleri son 4 yılın zirvesine ulaşmış durumda.
EKONOMİDE BELİRGİN BİR YAVAŞLAMA GÖRÜLEBİLİR!
Enerji ve navlun fiyatlarının yükselmesi, hammadde tedarikinin zorlaşması ve düşen Euro/dolar paritesinden dolayı zor bir dönem geçiren ihracatçının krediye ulaşımda da zorlanması yükünü daha da artırıyor. Tüm bu gelişmeler neticesinde önümüzdeki günlerde ekonomik faaliyetlerde daralma, büyümede belirgin şekilde yavaşlama ve ihracatta ise kısmi düşüş yaşanabilir.
Sonuç olarak, kredilerin amacı dışında kullanılmasından rahatsız olan ekonomi yönetimi, TL’nin değer kaybını engellemek ve enflasyonla mücadele etme noktasında kredi kısıtlamalarına yönelik adımlara devam edecek gibi görünüyor. Diğer taraftan FED ve ECB faiz artışları, artan enerji fiyatları, risk primindeki yükseliş (CDS), düşük merkez bankası rezervleri, yüksek cari açık ve yıl sonuna doğru turizm gelirlerinin de azalmasıyla birlikte “nakit”in çok daha değerli hale geleceği bir döneme gireceğimizi söyleyebiliriz. Özellikle bu noktada nakite ulaşmakta zorlanan kişiler ellerindeki arsa, konut ve araba gibi emtiaları satmak zorunda kalabilir. Tüm bu gelişmeler neticesinde önümüzdeki günlerde konut, araba ve arsa gibi varlıkların fiyatlarında belirgin bir şekilde düşüş görebiliriz.
Sağlıklı ve Huzurlu bir hafta dileğiyle…