Hafta sonunda, Suudi Arabistan’ın Cidde şehrindeki Formula 1 yarışından 24 saat önce bir petrol deposuna yaptıkları bombalı saldırının ardından, İran destekli Yemen Husileri bir ateşkes sundu ve Suudi Arabistan’ın uygun bir karşılık vermesi durumunda bu ateşkesin uzun süreli olabileceğini belirtti.
Ancak tarih bize, savaş halinin Husilerin Çarşamba’ya kadar verdiği sürenin hemen ardından devam edebileceğini söylüyor. Suudi Arabistan ve en büyük düşmanı İran arasında bir vekalet savaşı olarak görülen ve yedi yıldır devam eden savaşta daha önce de tanık olduğumuz gibi, krallığın Husilerin sunduğu koşulları kabul etmesi pek olası değil.
Savaş bugüne kadar, çoğunluğu siviller olmak üzere onbinlerce insanın hayatını kaybetmesine ve milyonlarca insanın açlık koşullarında yaşam mücadelesi vermesine yol açtı. Eylül 2019’da Abkayk ve Hureys’teki petrol işleme tesislerine yapılan saldırı sonucunda Suudi Arabistan’ın üretim kapasitesinin yarısını sekteye uğratmanın ardından, son aylarda Husilerin Suudi enerji tesislerine yaptıkları yüksek profilli saldırılarla birlikte savaşın şiddeti de arttı.
Genellikle her saldırı sonrasında ham petrol fiyatları %1 ilâ %3 arasında bir sıçrama yapar ve fiyatlar bazen hızla gerilese de, hedef alınan tesislerin aldığı zararların giderilmesi daha uzun sürüyor ve bu da endüstrinin arzı yeniden düzenli hale getirmesindeki gecikmeleri uzatıyor.
Başta Suudi Arabistan olmak üzere Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Fas, Ürdün, Bahreyn, Sudan ve Kuveyt’ten oluşan koalisyonun Mart 2015’te ABD destekli olarak başlattıkları Kararlı Fırtına Operasyonu’ndan bu yana, Yemen savaşında daha önce üç ateşkes girişimi oldu.
Yemen Savaşının Geçmişi Bir Ateşkes İçin Ümit Vermiyor
İlk ateşkes Mayıs 2015’te yapıldı; dönemin ABD Başkanı Barack Obama, altı ülkeden oluşan Körfez İşbirliği Konseyi’ni Yemen’deki krizi çözmek amacıyla Camp David’de bir toplantıya çağırdı. Suudiler ve Husiler, beş günlük bir “insani ateşkes“ için uzlaşmaya vardı. Toplantıya yalnızca iki ülke, liderlerini yolladı.
Ekim 2016 ve Mayıs 2017 arasında, Birleşmiş Milletler ve diğer gruplar barış müzakereleri ve siyasi çözümler için aracı olmayı denese de, Husiler ve Suudi liderliğindeki koalisyon savaşmaya devam etti ve o dönemde etkili olması gereken ateşkesi ihlal etti. Husiler aynı zamanda başkent Riyad da dahil olmak üzere Suudi Arabistan’a yapılan füze saldırılarının da sorumluluğunu aldı.
Savaş dördüncü yılını doldurmaya yaklaşırken, Aralık 2018’de BM aracılığındaki görüşmelerin ardından Yemen hükümeti ve Husiler Stokholm Anlaşması’nı imzaladı. Anlaşma esirlerin mübadelesini, Hudeyda Limanı’ndan askeri güçlerin karşılıklı olarak geri çekilmesini ve iki tarafın da hak iddia ettiği Taiz şehrinin statüsünü görüşmek için bir komite kurulmasını içeriyordu. Ateşkesin 18 Aralık 2018’de başlaması bekleniyordu ancak iki taraf da Hudeyda’dan çekilmeyi kabul etmediği için anlaşma başarısız oldu.
Daha sonra ilki Mart 2020’de, ikincisi ise Nisan-Mayıs 2020’de olmak üzere, Suudiler COVID-19 salgınıyla mücadele etmek amacıyla tek taraflı olarak iki haftalığına silah bırakma kararı aldığını açıkladı. Yemen o dönemde salgının en kötü darbelerini alırken, Husiler ve Suudi liderliğindeki koalisyon ateşkesi gözardı ederek saldırılarını sürdürdü.
Ekim 2020’de, Yemen’deki taraflar çatışma tarihinin en büyük esir mübadelesini gerçekleştirdi. Kasım ayında, iddialara göre Suudi Arabistan ve Husiler arka kapı görüşmelerine başladı ve Suudi yetkililer Yemen’de Husilerin kontrolünde olan bölge ile Suudi Arabistan sınırları arasında bir tampon bölge oluşturulması karşılığında bir ateşkes anlaşması imzalamaya ve hava ve deniz ablukasını sonlandırmaya hazır olduklarını belirtti. Husiler daha sonra Cidde şehrine bir füze ateşlediklerini iddia ederek, bu süreci sonuçsuz bıraktı.
Suudilerin Muhtemelen Reddedeceği Teklif
Yemen’deki Husi grubu Cumartesi günü, üç günlüğüne Suudi Arabistan’a yönelik füze ve drone saldırılarını durduracağını duyurdu ve Yemen’deki koalisyonun hava saldırılarını durdurması ve liman ablukalarını kaldırması durumunda bu barış girişiminin uzun süreli olabileceğini söyledi.
Husilerin Yüksek Siyasi Konsey Başkanı Mehdi el-Maşat’ın açıklamalarına göre, doğal gaz üretiminin gerçekleştiği Marib de dahil olmak üzere Yemen’deki kara operasyonlarını üç günlüğüne durduracak. “Bu, yeniden güven oluşturmak ve tarafların tümünü görüşmelerden adımlara doğru taşımak adına içten bir davet ve somut bir adım.“
Husilerin ateşkes için en önemli koşullarından biri, koalisyonun savaş gemilerinin Yemen’in Kızıl Deniz’deki limanlarına yönelik ambargosunun kaldırılmasıydı. Suudi Arabistan ise limanlara yönelik bir ambargonun olmadığını ve yalnızca silah kaçakçılığını önlemeyi hedeflediklerini belirtti.
Mehdi el-Maşat, koalisyonun limanları yeniden açması ve hava saldırılarını durdurması durumunda Cumartesi günkü girişimin kalıcı olabileceğini söyledi ve Suudi Arabistan’ın Yemen’deki yabancı birlikleri geri çekeceğini ve bölgedeki silahlı grupları desteklemeyi bırakacağını açıklaması durumunda grubun operasyonları durdurma süresini uzatacağını ekledi.
Suudi Arabistan’ın bu koşulları kabul etmesi pek olası değil; Riyad aynı anda hem limanların, hem de Sana’a havalimanının yeniden açılacağı kapsayıcı bir ateşkesi hedefliyor.
Chicago merkezli Price Futures Group’tan enerji uzmanı Phil Flynn’e göre, Husilerin son ateşkes teklifi “İran’ın bunu nükleer müzakereleri öncesinde bir kolaylık sunmak adına yaptığına dair spekülasyonlar yarattı.“
Cidde’deki petrol deposuna hafta sonunda gerçekleştirilen saldırının hemen ardından, Suudi Arabistan enerji tesislerine yapılan devamlı saldırılar ışığında küresel piyasalara sunduğu petrol arzında yaşanabilecek bir açıktan sorumlu olamayacağına dair uyarıda bulundu. Krallık aynı zamanda, uluslararası kamuoyunun İran’ın petrol ve doğal gaz üretim tesislerini hedef alma konusunda Yemenli Husilere verdiği desteğin farkında olması gerektiğini söyledi.
Suudi Arabistan’ın enerji tesislerine yönelik saldırıda İran’ın muhtemel parmağına dair öfkesi, küresel güçler üzerinde zaten 2015’teki nükleer anlaşmasını sonuca ulaştırmakta zorlandıkları İran’ı hizaya sokma konusunda baskıyı artırıyor.
İlk olarak 2015’te Obama döneminde imzalandıktan sonra Trump yönetiminin 2018’deki iptaline kadar uygulanan ve şimdi Biden yönetiminin yeniden canlandırmayı hedeflediği nükleer anlaşmasını Suudilerin istemediği bir sır değil. Suudiler, ABD’nin uyguladığı petrol ambargosunun kaldırılmasıyla birlikte İran’ın petrol satışlarından elde edeceği geliri krallığa karşı terör faaliyetlerini fonlamada kullanacağını iddia ediyor.
Küresel güçler ve İran arasındaki müzakereler 11 aydır sürüyor ve artık ya sonuca ulaşmanın, ya da tamamen çökmenin eşiğinde.
Petrol Terörün Favori Hedefi Olmaya Devam Edecek
Bu yüzden, Husilerin ateşkes teklifi Cidde saldırısı sonrasında artan gerilimi dindirerek müzakere taraflarının odağını yeniden nükleer anlaşmasına çekmek için zamanlanmış gibi görünüyor. New York merkezli enerji fonu Again Capital’ın kurucu ortaklarından John Kilduff’a göre, İran nükleer anlaşmayı çok istese de bunun için yalvarmayacak kadar gururlu.
“Petrolün her zaman, mümkün olan en kötü anda saldırıya uğraması bir tesadüf değil, çünkü saldırganlar yüksek profilli bir siyasi bir beyanda bulunmak istiyorlar ve başka hiçbir emtia, petrol kadar büyük bir etkiye sahip değil.“
“Bir zamanlar Nijerya’yı terörize eden Boko Haram da, şu an Suudiler ile savaşan İran destekli Husiler de, Avrupa’ya karşı Putin de, istediklerini elde etmek amacıyla petrol ve enerjiyi bir silaha dönüştürdü.“
“Bu yüzden, bu son ateşkes ya da petrole yönelik son saldırı olmayacak.“
Rice University’den David Cook, petrol ve terörizme dair tezinde terör saldırılarının küresel enerji piyasasındaki jeopolitik ve mali risklerin en başında geldiğini söylüyor:
“Petrol önde gelen Müslüman ülkelerin en önemli kaynaklarından biri, hatta çoğu zaman en önemli kaynağı olduğu için, radikal İslamcı gruplar için hükümetlerini petrol gelirlerinden mahrum bırakmak ve aynı zamanda küresel petrol piyasasında bir kriz hissiyatı yaratmak kritik öneme sahip.“
Orta Doğu’da petrol dışında doğal kaynakların yetersizliği ve ülkelerin hidrokarbon gelirlerine aşırı bağımlılığı, Cook’a göre petrol zengini Müslüman ülkelerin petrol altyapısına yönelik saldırılar yoluyla istikrar kaybetmesine yol açıyor.
“Ek olarak, radikal Müslümanlar için petrolden elde edilen gelirlerin büyük bir kısmının Müslüman olmayan, çok uluslu şirketlere gitmesi öfke yaratan bir durum ve aynı zamanda petrol sektöründeki çalışanların ve ailelerinin çoğunun Müslüman olmaması ve toplumlarının Müslüman karakterlerinin zayıflaması da rahatsızlık yaratıyor. Hem petrol gelirlerini kaybetmek, hem de kültürel bir işgale maruz kalmak, bir saldırıyı provoke etmek için yeterli.“
Cook’a göre ekonomik açıdan sömürülebilir bir emtia olan petrol, savunmasız bir durumda. Çünkü, bir ülkedeki petrol altyapısı genellikle birkaç noktada yoğunlaşıyor.
“Aslında bu durum petrol altyapısını korumayı teorik açıdan daha kolay hale getirebilecek olsa da, aynı zamanda bir saldırının başarılı olması durumunda yol açtığı yıkımın geniş çaplı sonuçlar yaratmasını da garantiliyor. Ek olarak, petrol piyasasındaki oynaklık emtiayı gerçek ya da hayali her tehdide karşı özellikle savunmasız hale getiriyor.“
Bu yüzden, petrol endüstrisinin belli bir bölümüne (örn. açık denizdeki bir petrol tankeri) yönelik başarısız bir saldırı girişimi bile, petrol fiyatlarını yükselterek ya da piyasada dalgalanmaya yol açarak saldırının gerçek öneminin çok ötesinde sonuçlar doğurabilir. “Petrol endüstrisinin tüm bileşenleri—petrol tankerleri, rafineriler, depolama alanları, şirketlerin merkezleri, petrol çalışanlarının konaklama alanları vs.—sürekli olarak korunamaz.”
Açıklama: Barani Krishnan her piyasaya yönelik analizlerine çeşitlilik katmak adına kendine ait olmayan görüşlere de yer verir. Tarafsızlık için, zaman zaman zıt görüşler ve piyasa değişkenleri sunar. Kaleme aldığı emtia ve menkul kıymetlerde bir pozisyona sahip değildir.