Türkiye’de, her iktidar değişiminde, iktidara gelenlerim enkaz (çöküntü, yıkıntı) devraldığını söylemesi adetten olmuştur. Bu kısmen doğru bir söylemdir. Türk siyasetçisi, iktidar süresini uzatabilmek için eldeki imkânları har vurup harman savurarak, elde olmayan imkânları da borçlanıp popülist harcamalara başvurarak oylarını korumaya çalışır. Bunları yaparken de ekonomiyi enkaza döndürür. Şimdiye kadar hemen hep böyle oldu. Bu kez durum iki açıdan geçmiştekilerden daha farklı: İlk olarak bu kez ekonomik enkaz bütün öncekilerden çok daha ağır, ikinci olarak bu kez ortada ekonomik enkaza ek olarak sosyal ve siyasal bir enkaz da var. Bu enkaz, şimdiye kadar enkaz sandıklarımızın aslında pek de enkaz olmadığını gösteriyor. Deprem, enkazı iyice büyüttü ama deprem olmasaydı da ciddi bir enkaz olacaktı karşımızda.
Önce sosyal ve siyasal yaşamdaki enkazı özetleyelim. Elimizde hukukla ilgili hemen hemen hiçbir şey kalmamış durumda. Hukuk, büyük ağırlıkla ‘iktidar ne isterse o olur’ yaklaşımıyla yürür hale geldi. Eğitim, tam anlamıyla bir facianın içine gömülmüş görünüyor. İlkokuldan üniversiteye kadar son derecede düşük kalitede bir eğitim söz konusu. Üniversite sayısını artırıp girişi kolaylaştırmanın sonucu olarak üniversite bitirip de ne okuduğunu bilmeyen binlerce insan yetiştirdik. Özgürlükler kısıtlı, basın özgürlüğü, bilim özgürlüğü, gösteri özgürlüğü yitirilmiş durumda. Demokrasinin özünü oluşturan güçler ayrılığı hiçbir şekilde çalışmıyor hatta tam tersine güçler birliğine dönüşmüş görünüyor. Toplum, hemen her alanda uzlaşma zeminini kaybetmiş durumda, her tartışma ya kavgayla ya hakaretle sonuçlanıyor. İsraf, yolsuzluk artık hesaplanamayacak boyutlara yükselmiş bulunuyor. Türkiye, dış politikada dünyadan tamamen soyutlanmış duruyor. Rusya ve Körfez ülkeleriyle çıkar ilişkilerine dayalı bir sözde dostluk dışında dostumuz yok. Yöneticilerinin anayasaya uymamakla iftihar ettiği bir ülkede iyi niyetli bir azınlığın dışında yasalara uyan kalmadı. Türkiye, uluslararası endekslerde bütün alanlarda geriye gidiyor.
Gelelim enkazın ekonomik boyutuna. Bu yılın bütçe açığının 659 milyar lira ile rekor kıracağı tahmin ediliyordu. Depremin kabaca 100 milyar dolarlık direkt maliyeti olacağını ve bu maliyetin üç yıla yayılacağını düşünürsek bu yıla 30 milyar dolar (bugünkü kurla 600 milyar lira) düşer. Buna, vaat edilen ödemeler, seçim harcamaları, kur korumalı mevduatın getireceği büyük yükler ve kamu borçlanması artışı dolayısıyla faiz ödemelerinde ortaya çıkacak artış da eklenirse kabaca 900 milyar lira ek harcama geleceğini tahmin edebiliriz. Gelir tarafında hiçbir düşüş olmasa bile bütçe açığı 1,5 trilyon liraya çıkacak gibi görünüyor.
Bütçe açığının böylesine artacağı bir ortamda, faizin de enflasyona göre düşük tutulmaya devam edilmesi halinde baz etkisiyle düşmeye başlamış olan enflasyonun yeniden artışa geçmesi ve yılı yüzde 50 dolayında tamamlaması hiç şaşırtıcı olmayacak (gerçekte tahmin ettiğim enflasyon, açıklananın çok üzerinde olsa da burada resmi verileri kullanıyorum).
Deprem nedeniyle ortaya çıkan inşaat faaliyetinin ve yüksek enflasyonun yarattığı paradan kaçış ve talep artışının büyümeyi yüzde 3,5’ler düzeyinde tutmasını bekliyorum. Büyümedeki düşüş, önümüzdeki aylarda cari açıktaki hızlı artışı frenleyecek gibi durmakla birlikte cari açığın yüzde 5 - 5,5’ten aşağı düşmesi pek mümkün görünmüyor.
Ülkenin risk primi, aşırı riskli olarak kabul edilen 300 baz puanın neredeyse iki katına yakın. Bu puan bizi dünyanın en riskli birkaç ülkesinden birisi konumuna getiriyor. Bu yüksek risk primi dış borçlanma faizlerini dolar bazında yüzde 10 ve üzeri düzeye taşıdığı için bu maliyetle dış borçlanma yapılması daha büyük sorunlar yaratacağa benziyor.
Bunlar buzdağının görünen kısmı. Görünmeyen kısım ancak seçimden sonra eğer iktidar el değiştirirse ortaya çıkacak ve emin olun bu saydıklarımdan daha az olmayacak.
Siyasal iktidar, çeşitli hamlelerle bu feci enkazı seçime kadar gizlemeyi başardı. Pek çok kişi durumun iyi olduğunu sanıyor. Eğer iktidar el değiştirirse yeni gelenler bu feci tabloyu devralacak. Ve eğer bu durumu halka anlatmayı başaramazlarsa enkazı onların yarattığı sanılacak. Eğer iktidar değişmezse, tarihimizde ilk kez bir siyasal iktidar kendi kendisine büyük bir enkaz devretmiş olacak.