Her şeyden önce, belki de, özgür olması gereken ilk şey, paradır.
Yazıma bu sözle başlamanın doğru olacağı kanaatindeyim. Çünkü belki de parayı bir şahıs gibi düşünmek doğru olan şeydir. Nasıl ki bir kişiyi yasaklarla, kurallarla baskıcı bir biçimde yönetmeye çalışmak er ya da geç huzursuzluğa, anarşiye, başkaldırıya veya kişinin kendisi için mental yıkıntıya sebep oluyorsa, para için de durum bundan farksızdır. Çünkü para/piyasa, ne kadar doğal bir olgu gibi lanse edilse de aslında insanların oluşturduğu beşeri bir sahnedir. Eğer bu beşeriyeti var eden doğallığa müdahale ederseniz, beklentiler, istekler, durumlar ve amaçlar değişir, bozulur.
Her ekonomik (piyasa) müdahale aslında insanların özgür iradelerine bir müdahaledir. Aynı şekilde vergilendirmeler (güvenlik vb. için zorunlu olanlar hariç) insanların davranışlarına ve isteklerine bir kısıtlama ve saldırıdır. Devlet müdahaleleri aslında şahısların direkt olarak kendilerine yöneliktir. Serbest piyasada, piyasanın doğal koşulları çevresinde oluşması gereken döviz kuru, ani artış veya düşüş sebebiyle devlet müdahalesine maruz kaldığında bile bu durum böyledir. Çünkü ilk olarak insanların güveni kırılacaktır (ne kadar bu yapılan müdahalelerin istikrarı sağlamak için yapıldığı söylense bile), ihracatları sayesinde ellerinde döviz olanlar ve bunları bozdurmak isteyen ticaret erbapları ya da üretim aktörleri, ellerindeki dövizlerini piyasadaki katılımcıların belirlediği değil, kendisine ihracatı öğütleyen devletinin müdahalesi sonucu baskılanmış kurdan bozduracaktır. Finansçılar, kredi verenler ya da piyasa aktörleri bu müdahale sonrası bir daha dövize, müdahale edilen noktaya tekrar eriştiğinde aynı müdahalenin bir daha gerçekleşip gerçekleşmeyeceği konusunda bahse girip spekülatif işlemler için kapı aralayacaklardır. Bu müdahalelerin devamlılığı halinde piyasa merkeziyetsiz para birimlerinde oluğu gibi dalgalı bir "spekülasyon sahanlığına" dönüşecektir.
Vergilendirme ise mükelleflerin ceplerinden paralarını alıp, onların asla bilmediği yerlere çoğunlukla "sözde" sosyal destek amacıyla aktarılan, insanların katılımlarının zorunlu tutulduğu bir fon gibidir. Vergiye olan karşıtlığın sebebini bir örnekle açıklamamız gerekirse, devletler mükelleflerden topladığı verginin bir kısmıyla iç veya dış yatırımlar yapar, sektörel ve tüketim sübvansiyonları ile halkı refaha ulaştırmayı amaçlar veyahut bir ya da birkaç sektöre yatırım yapılabilmesi için destek (kredi) sağlar. Burada yanlış bir şey yok gibi gözükse de aslında bu bir ya da birkaç sektöre sağlanan desteklerin (ya da kredilerin) sağlanabilmesi için gerekli olan para ülkedeki neredeyse her bireyin cebinden alınmıştır, dolayısıyla bu para mükellef nüfusu kadar potansiyel yatırımcının ve hiç azımsanmayacak miktarda başka sektörlerdeki başka üreticilerin cebinden çıkmıştır. "B" sektörüne sağlanan kredi için mükellef nüfusu kadar kişi kendi tüketim isteklerinden vazgeçmek zorunda kalmışlardır çünkü "x" ürününü almak yerine o parayı "B" sektörüne sağlanan ucuz krediyi fonlamak için vermek zorunda kalmışlardır. Vergi savunucularının burada söyledikleri şey ise genelde şudur; "B"sektörüne sağlanan, vergilerden toplanmış olan destek "B" sektörünün gelişmesi dolayısıyla zincirleme halinde tüm sektörlerde hareketlenme yaratacak, istihdam artacak, B sektörünün yarattığı kıvılcımla bütün ekonomi şahlanacaktır. Bu işin görünen kısmıdır, peki ya görünmeyen kısmı?
Öncelikle bireylerin tasarruf hakkı ellerinden alınmıştır, "B" için verdikleri vergi yerine tasarruf etmeyi tercih edecek olanlar "B" sektörüne verilen destek yüzünden bunu yapamamışlardır. Bu yüzden şahıs tasarruflarından genel bir düşüş meydana gelecektir. İnsanlar verdikleri vergi yüzünden bazı ürünleri almaktan vazgeçmek zorunda kalacaklardır. Çünkü o ürünü satın almak için ihtiyaçları olan parayı "B" şirketi için devlete vergi olarak vermişlerdir. Bu yüzden genel bir talep düşüşü olacaktır. Bu kötümser senaryoların benzerleri mükellef şirket/kurumlar için de geçerlidir. Onlar da yatırımlarından, kârlarından pay vermek zorunda kalmışlardır.
Varsayalım ki "B" sektörü bütün bu kötümser tabloyu eşsiz bir "Leonardo" tablosuna dönüştürebilecek kadar önemli ve ülkeye fayda sağlayacak bir sektördür, yani toplanan vergilerin genel refahı arttırmasına kesin gözle bakılmaktadır. O zaman akıllara ilk gelen şey ise su olacaktır: 80 milyonun oluşturduğu talebi kısmaya, tasarrufların azalmasına layık olan bu sektör ya başarısız olursa? Rekabet ortamında tutunamaz ve beklendiği gibi ülkeyi refaha sürüklemezse? İşte o zaman elimizde kalan şeyler talebin olası düşüşü, tasarruflardaki olası azalış, üretimlerin genelinde tasarruf eksikliği veya talebin olmayışı dolayısıyla genel bir düşüş ve niceleri...
Devlet otoritesi vergileri halkı korumak, ticareti güvenli hale getirmek, adaleti sağlamak gibi kamu faydası tedbirler için toplamalı ve harcamalıdır. "B" sektörünü yükseltmek, desteklemek devletin değil; piyasanın, dolayısıyla bireylerin işidir.