Hazine ve Maliye Bakanlığı, dün akşam piyasa kapanışının ardından “Enflasyon ve döviz kuru olmak üzere gündemimizde yer alan bazı ekonomi başlıklarında, ekonomi yönetimimiz Türkiye Ekonomi Modeli çerçevesinde hızlı ve çözüm odaklı adımlar atmaya devam edecek olup atacağımız yeni adımlar silsilesi bu akşamdan itibaren bakanlığımız ve ilgili kurumlarca kamuoyu ile paylaşılacaktır.” açıklaması ile duyuruda bulundu. Ardından SPK, BDDK ve TCMB’den de açıklamalar geldi.
Gelişmeleri sırayla değerlendirelim:
Yönetim, enflasyon ve kurdaki yükselişten rahatsız, olmalı da zaten, ama enflasyon ve kuru küresel gidişata bağlayamayacak nedenlerimiz var bizim. Nasıl ki Eylül’de büyüme ve ihracat hedefine gidilip faiz düşürülmeye başlandıysa bunun enflasyonu ve kuru yükselteceği de göze alınmıştı. Yani Aralık’ta da bugün de yaşanan durum kesinlikle şaşırtıcı değil.
Türkiye Ekonomi Modeli adındaki uygulamada ihracat ön planda. Peki ihracatçının ürettiği mal ve hizmetlerin fiyatı sürekli artarken ihracat kazancının artması için döviz kurunun artması gerekmez mi? Gerekir. Bu nedenle kurun artması dış ticaret için gerekli. Ama kurdaki artış yurt içinde hemen her kaleme sirayet ettiği için enflasyonu da yükseltiyor. Dolayısıyla ihracatın bir kazancı olmuyor. Bunu bugün açıklanan rakamlarda gördük.
TÜİK’in dış ticaret endeksleri verisine göre, Nisan’da ihraç edilen malların miktarı %10, değeri ise %13,3 oranında artmış. Buraya kadar durum güzel. İthal edilen malların miktarı da %3,2 oranında azalmış. Bu durum ihtiyaç olmadığından değil fiyatların çok yüksek olmasından kaynaklanıyor ki bunun asıl cevabı da ithal malların değerinde %39,4’lük bir yükseliş olmasıdır. Biz ithal malların değerindeki en yüksek artışı Ocak’ta %42 ile görmüştük. O zaman savaş yoktu, küresel enflasyon bu boyutta değildi, ama ne vardı? Yurt içinde döviz rekor kırmıştı. Böyle olunca ihracatın ithalatı karşılama oranı da 72 ile rekor düşük seviyeye gerilemişti.
Nisan’da ise dış ticaretten verim alamadığımız, aksine maliyetlerin durumu çok daha zorlaştırdığı rakamlarla ortada. Ve asıl kötü olan Mayıs ve Haziran rakamları olacak, çünkü kur bugünlerde 17,50‘leri görerek Aralık sonrası en yüksek seviye çıktı.
Verilerle bu kadar uzun anlatmamızın sebebi: Uygulanan politikadaki ihracat hedefi yolunda gitmiyor. Bunu ilk 3 ayda 18 milyar doları aşan cari açıkta da gördük. Çünkü amaç cari fazla vermekti!
Mevcut politika ile kurun bir miktar yükselmesi gerektiği zaten ortada ama yetkililer hangi seviyeleri “rekabetçi” görüyor, orası bilinmiyor. Ve en kötüsü kuru yükseltecek kararlar alındıktan sonra kur yükselince müdahale edilmesi…
Dünkü duyuruda bizim en önemli gördüğümüz nokta açıklamanın “yönetimimiz Türkiye Ekonomi Modeli çerçevesinde” olması. Burada faiz dışı önlemler alınacağı, Eylül’den itibaren uygulanan politikalara bağlı kalınacağını anlıyoruz. Böyle olunca zorunlu karşılıklarda değişikliğe gidilse de kredi tüketimi sınırlandırılsa da ya da enflasyon yahut gelir endeksi üzerinden senetler hazırlansa da istenen etkisinin sağlanması çok zor. Neden?
27 yılın en yüksek üretici enflasyonu, 24 yılın en yüksek tüketici enflasyonu, 14 yılın en yüksek CDS seviyesi ve tarihi yüksek seviyelere yaklaşan döviz kurunu sözlü müdahale ya da diğer araçlarla tek başına yapmak zor.
Enflasyon – Kur -Faiz üçlüsünde eğer küresel riskleri ve yüksek enflasyon oranını öncelikli görmeyip büyümeye odaklanırsanız bunun için büyük bir rezerve ve dengeli giden bir kur politikasına ihtiyacınız olmalı. Ancak ne rezervlerimiz bunun için yeterli ne de kur istikrarlı…
Dün gün içinde 17,50 üzerini gören dolar kuru, yapılan açıklamalarla 16,70’e geriledi, ama aynı hızla yeniden yükselişe geçti. Bugün de benzer bir fiyat aralığı içinde seyrediyor işlemler.
CDS 817 baz puanda. Bu seviye 2008 krizi sonrası en yüksek ve aşağıdaki grafik o tarihten sonraki yükselişlerin yurt içi gelişmelerden kaynaklandığını gösteriyor.
*Gecikmeli yansıdığı için güncel seviye grafikte görülmüyor.
CDS ve kurdaki seviye bu tarz kısıtlı etkisi olan açıklamalarla düşecek gibi görünmüyor.