Merkez Bankası Başkanı, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonuna yaptığı sunumda "büyümeden ödün vermeden enflasyonun düşürülebileceği" konusunu vurguladı ve hemen sonrasında bu ifadeler tartışma konusu oldu. Bazıları, asıl görevi fiyat istikrarını sağlamak olan bir Merkez Bankası Başkanı'nın büyüme konusuna girmesinin doğru olmadığını ileri sürdü. Bunu söyleyenler dezenflasyon ile büyümenin bir arada yürütülmesinin pek mümkün olmadığı, bu iki gösterge arasında genellikle bir ödünleşme (trade off) olduğu görüşünde olsalar gerek. Bazıları Merkez Bankası Başkanı'nın büyümeyi vurgulamasının doğru olduğunu, dezenflasyonla uğraşırken ekonominin küçülmeyle karşılaşmaması gerektiğini savunuyor.
Merkez Bankası Başkanı’nın görüşünün yanlış olmadığını ama eksik olduğunu düşünüyorum. Büyümeyle dezenflasyon genellikle bir ödünleşme içindedir. Bu durum, üretimde kullanılan girdilerin önemli bölümünü ithal eden ülkeler için daha fazla geçerlidir. Büyüme demek üretimin artırılması demektir. Eğer üretim artışı petrol gibi, doğalgaz gibi, diğer ham madeler ve sermaye malları (makine, teçhizat) gibi ithal girdi artışıyla sağlanıyorsa o zaman bu malların ithalatı artacak demektir. Eğer ülke parasının dış değeri düşüyorsa o zaman yapılan ithalat sürekli pahalanacağı için üretim maliyetleri ve dolayısıyla fiyatlar artacak demektir. Bu da enflasyonda yükselişe yol açar. Dolayısıyla büyümenin artması enflasyonda yükselmeyle sğlanır. Tersine dezenflasyon politikası izleniyorsa o zaman faizlerin yükseltilmesi, kamu harcamalarının azaltılması ve vergilerin artırılması yoluna gidilecek demektir. Ki bu, üretimi artırmanın ve dolayısıyla büyümeyi desteklemenin önünde engel oluşturur. Büyümeyle dezenflasyon arasındaki çelişki her ekonomide bu şekilde ortaya çıkmayabilir. Eğer üretimi ithal girdilere fazlaca bağlı olmayan ya da en azından ihracatı ithalatından büyük olan ve parasının dış değeri sürekli düşmeyen bir ekonomi söz konusuysa bu ikisi arasında o kadar fazla çelişki doğmaz.
İthal girdilere bağımlı ve yüksek enflasyon içinde bulunan bizim durumumuzdaki ekonomilerde dezenflasyonla büyüme arasındaki çelişkiyi aşmanın bir tek yolu vardır: Geleceğe ilişkin olumsuz beklentilerin olumlu hale dönüştürülmesi. Bu gerçekleştirilirse enflasyon düşerken büyümenin düşmemesi hatta yükselmesi söz konusu olabilir. Olumsuz beklentileri olumlu beklentiler haline dönüştürmek söylenmesi kolay yapılması zor bir iştir. Bizde 2003 - 2010 yılları arasında başarılan şey buydu aslında. Kısmen yapısal reformlar (bankacılık reformu, kamu mali disiplinin sağlanmasıyla bütçe açıklarının ve kamu borçlanmasının düşürülmesi) ve asıl olarak da AB ile tam üyelik müzakerelerinin başlaması bu dönüşümün anahtarlarıydı. Bunlar yapılınca güven ortamı yerleşti, yabancı sermaye girişi başladı ve geleceğe ilişkin olumsuz beklentiler olumlu hale dönüştü. Beklentilerin düzelmesiyle hem enflasyon düştü hem de büyüme yüksek gerçekleşti. Bir süre bu ivmeyle her şey yolunda gittiyse de sonrasında yapısal reformlara devam edilmedi, AB ile tam üyelik müzakereleri ciddiyetini kaybetti ve beklentiler giderek olumsuz hale gelirken güven ortamı da bozuldu.
Yakın geçmişten çıkaracağımız ders çok açıktır: Eğer dezenflasyonla büyümenin bir arada ve uyum içinde yürümesini istiyorsak yapısal reformlara yeniden girişmemiz, AB ile ilişkileri düzeltmemiz ve güven ortamını yeniden kurmamız gerekiyor.
Bu çerçeveden bakınca Merkez Bankası Başkanının söylediği doğru ama eksik görünüyor.