Birçok kişi özelliklede bireysel yatırımcılar borsaya karşı önyargılı yaklaşmakta ve büyük yatırımcılar yada fonlar tarafından piyasanın manipüle edildiğini ileri sürmektedir. Peki durum gerçekten böyle mi? Konuyu etraflıca tartışabilmek adına öncelikle kavramsal çerçevemizi oturtalım. Bu kapsamda ilk olarak “finansal piyasa” kavramını tanımlayalım ve ardından bu piyasada işlem yapan aktörlerin kimler olduğunu, neler yaptıklarını görelim.
Finansal piyasa, tasarruf sahibi yatırımcılar ile kaynak ihtiyacı olan girişimciler arasındaki kaynak alış verişini sağlayan kurumlar, yatırım ve finansman araçları ve bunları düzenleyen kurumlardan oluşan yapıdır. Finansal piyasaların başlıca aktörleri ise başta merkez bankası olmak üzere mevduat bankaları (Kamu Bankaları-Özel Ticari Bankalar), mevduat kabul etmeyen bankalar (Kalkınma ve Yatırım Bankaları), kredi kooperatifleri, sigorta şirketleri, yatırım fonu, yatırım ortaklığı ve gayrimenkul yatırım ortaklıklarıdır.
Her piyasa aktörünün temelde faaliyet alanı farklıdır. Örneğin mevduat bankaları tasarruf sahiplerinden topladıkları vadeli ve vadesiz mevduatları fon ihtiyacı olanlara kredi olarak kullandırırken; mevduat kabul etmeyen bankalar, sermaye piyasası araçlarını kullanarak yatırım yapan, mevduat kabul etmeyen, gelirleri genelde alınan ücret ve komisyonlardan oluşan kurumlardır. Bu durum sigorta şirketleri için de geçerlidir. Sigorta şirketleri de bazı risklerin ortaya çıkardığı olumsuz sonuçları en aza indirebilmek için poliçeler karşılığında prim toplayarak, riskler gerçekleştiğinde bu fonları kullandırarak önemli bir rol üstlenirler. Sigorta şirketleri topladıkları primleri yatırım veya kredi amaçlı olarak kullanabilirler.
Bu kurumların yanı sıra, yukarıda ifade edildiği gibi çoğu yatırımcı finansal piyasaların büyük yatırımcılar ya da fonlar tarafından yönlendirildiğini düşünür ve finansal piyasalarda işlem yaparken çekinir ya da işlem yapmaktan uzak durur. Aslında yatırım fonları da bireysel yatırımcıların tüzel kişiliğe kavuşmuş halidir diyebiliriz. Yatırım fonları, topladıkları paralar karşılığında hisse senedi, tahvil ve repo gibi sermaye piyasası araçlarından oluşan portföyü yönetirler. Bireylerden topladıkları fonları portföylerinde değerlendirmekte olan yatırım fonları, bireysel yatırımcılara bir katılma belgesi vererek fon portföyüne ortak olmalarını sağlar. Fonlar, kar payı ve/veya faiz geliri elde ettiklerinde, sahip oldukları menkul kıymetlerin değeri arttığında ve fonun, fiyatı yükselen menkul kıymeti satmayıp elinde tutarak katılma paylarının fiyatının artması durumunda olmak üzere üç şekilde gelir sağlayabilir.
Finansal piyasaların küreselleşmesi 1990’lı yıllardan itibaren bilgisayar ve iletişim teknolojilerinde yaşanan yenilikler sayesinde hız kazanmıştır. Günümüzde şirketler ihtiyaç duydukları kaynağa yurtdışından borçlanarak kolayca ulaşabilmekte, yabancı şirketler yurtiçinde yatırım yapabilmekte ve yatırımcılar günün her saati dünyanın birçok yerinde yatırım pozisyonu alabilmekte. Dolayısıyla günümüzün küreselleşmiş dünyasında banka ve yatırım fonları da bu düzene ayak uydurmak zorunda ve buna göre kendilerini konumlandırmak durumundadırlar. Ancak nasıl ki küçük yatırımcı için finansal piyasalarda yatırım yapmak riskliyse aynı risk banka ve fonlar gibi finans kurumları içinde söz konusudur.
Burada amacım finans kurumlarını savunmak değil aksine bireysel yatırımcılar için söz konusu olan risklerin bu kurumlar içinde geçerli olduğunu vurgulayarak, bireysel yatırımcıların finansal piyasalarda hareket ederken ne kadar dikkatli davranmaları gerektiğini göstermek.
Tabii ki, bireysel yatırımcılara kıyasla, bu kurumların işlem yaparken bazı avantajları var. Ancak bu avantajlar yer ve zamana göre değişiklik gösterebilmektedir. Örneğin, büyük bir fonun Türkiye borsasında yaptığı işlemin etkisiyle, aynı işlem miktarıyla ABD borsalarında yapacağı işlemin etkisi farklı olacaktır. Türkiye’de finansal piyasalar ABD’ye kıyasla derin değildir, dolayısıyla yaptığı işlemle piyasada büyük bir hareketlilik yaratabilir ancak aynı işlemi ABD’de yaptığında bu etki daha sınırlı kalacaktır. Böyle bir durumda bu fon, ABD piyasalarında kendisinden daha büyük fonların hareketlerinden etkilenebilecektir. Yada Küresel Kriz’in hemen arifesinde yatırım yapan bir yatırım şirketinin kriz sırasındaki pozisyonlarını düşünün.
Birçok bireysel yatırımcı ne olursa olsun bu kurumların hep ayakta kaldıklarını, piyasaları bu kurumların yönlendirdiklerini ve sadece küçük yatırımcının kaybettiğini ileri sürer. Peki gerçekten bu kurumlar ne olursa olsun hep ayakta kalırlar mı? Bunu somut olaylarla inceleyelim ve ülkemizde de “Serbest Yatırım Fonu” adı altında kurulan Hedge Fon’ları ele alalım. Geleneksel fonlara kıyasla bazı farklılıkları olmakla birlikte son yıllarda ismini çok sık duyduğumuz hedge fonlar süresiz olarak kurulmakla birlikte ortalama ömürleri 5 yıldır ve birçoğu iflasla sonlanmıştır. Aşağıdaki tablodan hedge fonların milyon dolar bazında kayıpları görülebilir.
Sadece fonların kayıpları değil, 2008 yılında yaşanan Küresel Finans Krizi hatırlanacak olursa, o dönemde batan bankaları bir düşünün. Küresel Kriz’le birlikte ABD’de finans sektörünün devleri olarak görülen Bear Stearns, Fannie Mae, Freddie Mac ve Lehman Brothers gibi şirketler ya iflaslarını açıkladılar ya başka kuruluşlara satıldılar yada el konuldular.
Diyebiliriz ki, küreselleşmeyle birlikte finansal piyasalarda işlem yapan sadece bireysel yatırımcılar değil, kurumsal yatırım şirketleri de büyük riskler ve kayıplarla karşılaşabilmektedir. Burada asıl vurgulamak istediğim ise finansal piyasalarda işlem yapan birey yada kurum fark etmeksizin her yatırımcı piyasa hareketlerinden etkilenebilmektedir. Bireysel yatırımcılar tarafından unutulmaması gereken ise finans kurumlarının başında olan ve fonları yöneten kişilerin de bizlerin verdiği kararlara benzer şekilde karar aldıklarıdır.