Vergiler, devletin kamu harcamalarının ana finansman kaynağıdır. Öte yandan, kişi ve şirketlerin gelir, servet ve harcamalarında bir azalmaya yol açtığı için vergilerin tabana yayılmış, uygun oranlarda ve adil bir şekilde alınması, vergi yükünün optimum seviyelerde tutulması önem taşımaktadır.
Vergi yükü, ülkede bir yıllık dönemde ödenen vergilerin ülkenin milli gelirine oranı olarak tanımlanmaktadır. Yani gerçek ve tüzel kişilerin toplam gelirlerinden kamuya aktardıkları payı ifade eder.
Vergi yükü genel ortalamasında Türkiye’nin OECD ortalaması altında kaldığı görülürken, vergi türleri bazında incelendiğinde bazı vergi türlerinde OECD ortalaması üzerinde olduğumuz görülmektedir. Özellikle, ücretler üzerinden ve harcamalar üzerinden alınan vergilerde ve vergi takozunda ortalamanın üzerinde yer almaktayız.
Her ne kadar toplam vergi yükü açısından OECD ortalamasının altında olsak da, vergi yükünün adaletsiz dağılımı sebebiyle toplumda haklı bir şekilde "yüksek vergi yükü" algısı oluşmaktadır.
Türkiye’de toplam vergilerin yaklaşık %65’i dolaylı vergi olarak toplanmakta olup harcamalar üzerinden alınan vergi oranında OECD ülkeleri içinde en yüksek orana sahip ülkelerden biri konumundayız (örneğin ABD’ye kıyasla yaklaşık 3 kat fazla).
Türkiye’de ücretlilerden alınan gelir vergisi toplamı kurumların ödediği vergi toplamından fazladır!
Üstelik kamu finansmanı için ücretliden vergi almak daha verimli, çünkü ücretlilerden alınan vergiler her ay peşin olarak alınırken, sermaye geliri elde edenler vergilerini bir sonraki yıl ve taksitler halinde ödemektedir.
Özellikle 1980 sonrası dönemde küreselleşmenin de etkisiyle genel olarak vergi politikaları sermaye lehine uygulanmış ve dolayısıyla vergi yükü dolaylı vergiler yoluyla daha çok ücretli kesim üzerinde kalmaya başlamıştır.
Dolaylı vergiler harcamalar üzerinden alınan vergiler iken, dolaysız vergiler gelir üzerinden ve servet üzerinden alınan vergiler olarak basitçe tanımlanabilir.
Mevcut Vergi sistemimiz, kazançları vergilendirmekte zorlanırken finansman ihtiyacını en kolay yoldan yani mal ve hizmet hareketlerinden (harcamalardan) sağlamaya çalışmaktadır.
Adaletli bir vergi sisteminin oluşturulabilmesi ve sürdürülebilmesi için, dolaylı vergi yükünün azaltılması gerekmektedir.
Türkiye’de kayıt dışı istihdamın en önemli nedenlerinden biri istihdam üzerindeki mali yüklerin yani vergi takozunun* yüksek olmasıdır. Yüksek vergi takozu ücretliler açısından harcanabilir geliri azaltan, işverenler açısından ise işçilik maliyetlerini artıran bir unsur olmakta ve bu durum, kayıt dışı istihdamın büyümesi yoluyla hem işsizlik hem de vergi ve prim gelirleri anlamında ülke ekonomisine ciddi zararlar vermektedir.
Söz konusu kayıplar sonucu devletin bütçesinde oluşan gelir açıkları kayıtlı çalışanlar üzerine yansıtılarak giderilmeye çalışılmakta ve böylece kayıtlı çalışanların ücretleri üzerindeki vergi ve prim yükü dengesiz olarak artmakta, bu durum da kayıt dışına kaçışı hızlandırmaktadır.
Yine sıklıkla gündeme gelen yapılandırma ve vergi afları sebebiyle kayıt dışı çalışma özendirilmekte ve uzun dönemde düzenli prim ödeyen sayısını azaltmaktadır.
Veriler, Türkiye’deki her 3 çalışandan 1 tanesinin kayıt dışı olduğunu göstermektedir.
(*) Vergi takozu, çalışanın işverene toplam maliyeti ile işçinin eline geçen net ücret arasındaki farkı ifade eder. Yani net ücret ile işveren maliyeti arasındaki oransal farktır.
Vergi takozu Türkiye’de yaklaşık %40 seviyesi ile OECD ülkeleri içinde en yüksek oranlardan bir tanesidir. İşçinin eline daha düşük ücret geçerken, işveren daha yüksek bir maliyete katlanmaktadır.
Vergi takozunun düşürülmesi, rekabette avantaj sağlayacak; gelir, harcama ve yatırım artışı yoluyla ekonomik büyüme üzerinde olumlu etkiler sağlayacaktır.
OECD ülkelerini incelediğimizde bazılarının asgari ücrete hiç vergi uygulamadıklarını, bazılarının ise Türkiye’ye kıyasla çok daha düşük oranda vergi uyguladıklarını görmekteyiz. Türkiye asgari ücretten oransal olarak en fazla vergi alan ülke konumundadır.
Türkiye’de SGK’ya kayıtlı işçilerin %50’si asgari ücretli olarak görülmektedir.
Yani ücret üzerindeki yüksek vergi sebebiyle işvereni tarafından asgari sigorta primi seviyesinden beyan edilmektedirler. Ücret üzerindeki yüksek vergilendirmenin toplamda yarattığı zararlara bir başka örnek…
Ücretler üzerinden alınan vergilerde kesinlikle revizyona ihtiyaç var. Verginin tabana tayılması, vergi adaletinin sağlanması ve ücret üzerindeki mali yükümlülüklerin azaltılması gerekli.
Vergi gelirlerini incelediğimizde en yüksek vergi gelirini, petrol, doğalgaz, motorlu araçlar, alkol ve tütün ürünlerinden alınan ÖTV oluşturmakta.
Alkol üzerindeki vergilendirmede AB’de en yüksek 2.ülke olduğumuzu daha önceki yazımda belirtmiştim.
Vergilendirme ve döviz kurlarındaki artış sebebiyle motorlu taşıt fiyatlarının son birkaç senede inanılmaz seviyelere çıktığını gözlemledik.
Bugün vergisiz fiyatı 100 bin TL olan bir otomobili Türkiye’de alış fiyatınız 300 bin TL civarında.
Yani 1 otomobili 3 otomobil fiyatına satın alabiliyoruz ve bu esnada 1 otomobil fiyatını üreticiye, 2 otomobil fiyatını devlete veriyoruz !
Yanılmıyorsam bu anlamda (otomobile uygulanan vergi) dünya şampiyonuyuz.
Motorlu Taşıtlar Vergisi’nde de yine dünyada rakibimiz yok.
Zaten satın alma gücü paritesi ile baktığımızda en pahalı benzini kullanan canım Türkiye’m Avrupalı dengine kıyasla otomobil sahibi olmak ve kullanabilmek için yaklaşık 3 kat daha fazla maliyete katlanmak zorunda, ne yazık ki !
Özetle, Türkiye’deki vergi sistemi yüksek miktarda dolaylı vergiler üzerinden yürütülmekte, tüm yük ücretliler ve harcamalar üzerinden alınan vergilendirme üzerine binmiş durumda, yüksek vergilendirme sebebiyle istihdamda kayıt dışılık devam etmekte, tabana yayılmamış ve adaletsiz vergilendirme sebebiyle hem ülke ekonomisi zarar görmekte hem de kişilerin devlete olan güveni yitirilmektedir.
Hep bahsettiğimiz yapısal reformlara bir yerlerden başlamak gerek.
Son söz;
“Derin olan kuyu değil, kısa olan iptir”
Bol kazançlı günler dilerim.
Celalettin Güleryüz