Avustralya’nın Ankara Büyükelçiliğinin daveti ve organizasyonu neticesinde önceki hafta ülkenin çeşitli şehirlerinde çok geniş bir yelpazede kurum ve kişilerle görüşme fırsatım oldu. Bu ve bundan sonraki birkaç makalede izlenim ve analizlerimi paylaşmak istiyorum. İlk anda aklınıza gelen “yediğin içtiğin senin olsun gördüklerini anlat” talebini ne yazık ki tam olarak karşılamam mümkün değil. Zira bazı günler 5-6 toplantı yapmak durumunda kaldık.
Ancak bu ilk yazıyı analizlerden ziyade genel izlenimlerime ayırmak isterim. Gezinin tek hayal kırıklığını yaratan anı Türk Hava Yollarının bu ülkeye direkt uçuşu olmadığını öğrendiğim andı. Gerek kalitesi gerekse bayrak taşıyıcımız olması nedeni ile filosunun uygun olması durumunda bu ülkeye de uçmasının çok önemli olduğuna inanıyorum.Bir G-20 ülkesi olan Avustralya gerek ekonomik büyüklüğü gerekse turizm potansiyeli açısından daha kuvvetli bağlarımız olması gereken bir ülke ve THY uçuşları hiç şüphesiz bunun ilk adımı olacaktır. Türk diasporasından da benzer talepler duyduğumuz gibi ülkede Yunan ve Balkan asıllı kişilerin de yüksek sayıda olduğu gerçeği göz önüne alınırsa THY ve İstanbul önemli bir aktarma merkezi görevi görecektir. Sanırım Sydney’i tanımlamak için Londra veya New York’un mimarisi ve fakat bir Akdeniz şehri insanlarına sahip diyebilirim. New York’ta gördüğümüz ve aslında benim sevdiğim, telaşlı ve hızlı akan sokaklar bu şehirde daha sakin ve dost bir tempoya sahip. Mesai bitiminde opera binasının çevresindeki restoranların hemen dolduğunu görebiliyorsunuz. Ancak asıl gözüme çarpan en yüksek konutların bile balkonlara sahip olmasıydı. Kentsel dönüşüm neticesinde Kadıköy’de yitirmeye başladığımız balkonlu ev anlayışı Sydney’in sahiplerinin biraz ehlikeyfi olduğunu düşündürüyor. Tabii güney yarımkürede mevsimin ilkbahar olduğu gerçeğini de unutmamak gerekiyor. Hepimiz açısından bir ülkenin mutfağı da elbette önemli. Avustralya multi-kültürel bir ülke olması nedeni ile dünya mutfağının tüm örneklerine ev sahipliği yapıyor. Ayrıca etlerin 90%’a yakın miktarı helal kesim olduğundan İslami hassasiyete de son derece uygun. Bu konuya bir sonraki yazımda daha detaylı değineceğim. Zira Avustralya’da insan nüfusundan çok daha yüksek bir koyun ve çiftli hayvanı nüfusu ve buna bağlı olarak çok gelişmiş bir sektör bulunuyor. Teknik olarak okyanusun içinde olduğunuzdan deniz ürünlerinin de çok çeşitli olması şaşırtıcı değil. Bir turist olarak ziyaret ettiğinizde, yeniden söylüyorum benim görebildiklerim var olanın çok az bir kısmı oldu, ilgi alanınıza bağlı olarak geniş alternatiflere sahip olmanız söz konusu. Bir yandan sörfe uygun geniş ve güneşli sahiller veya Avustralya Açık gibi önemli bir turnuva, diğer yandan hiçbir kıtada görmenizin mümkün olmadığı bir bitki örtüsü ve hayvan çeşitliliği. Ben ilk kangurumu zaman darlığından maalesef dönüşten sadece 1 gün önce görebildim.
Sonuç olarak Çanakkale Savaşı ve Atatürk’ün herkesin kalbine dokunan cümleleri ile tanıdığımız Avustralya aslında çok daha büyük bir potansiyel barındırıyor. Ekonomi konusundaki notlarımı bir sonraki hafta paylaşacağım.