Yakın tarihçelerinde birçok ortak yazgıyı paylaşmış iki Latin Amerikan ekonomisi, Arjantin ve Türkiye... (Buradaki “Latin Amerikalı” kavramı, kuşkusuz coğrafi anlamda değil, izlenen iktisadi ve sosyal politikaların ortak noktalarına vurgu yapmak için kullanılmakta. Hatta bu ikilinin yanına Asya coğrafyasından bir de Filipinler’i eklemek mümkün.) Uzun süreli ithal ikameci sanayileşme, “Peronist” popülizme dayalı devletçilik ve göreceli güçlü sendikalı işçi örgütleri, siyasette ordunun ağırlığı gibi birçok ortak öğenin yanında, 2001 yılında her iki ülke de IMF tarafından yönlendirilen bir “dez-enflasyon ve istikrar” programı izlemekte iken krize sürüklenmişti.
Kriz sonrasında IMF, Türkiye’yi ülke kotasının yaklaşık 8 misli oranında krediyle desteklerken Arjantin, devlet başkanı Nestor Kirchner’in önderliğinde IMF’nin neoliberal nitelikli istikrar programlarını reddederek, dış borçlarının yarısından fazlasına moratoryum ilan etti; yoksullukla mücadeleyi ve emeğin istihdam ve ücret kazanımlarını öne çıkaran özgün bir ekonomik programı izledi. Arjantin ekonomisi 2002-2010 arasında birikimli olarak yüzde 94 oranında reel büyüme kaydetti; gelir yoksulluğu neredeyse üçte iki oranında gerileme gösterdi.
Arjantin’in 2002 sonrasında uygulamış olduğu büyüme modeli, dış borç moratoryumuna misilleme olarak uygulanmakta olan kredi boykotlarına ve göreceli olarak düşük doğrudan yabancı sermaye yatırımı girişlerine rağmen, doğrudan doğruya emek gelirlerinin artışına dayalı iç talebe dayandırılmıştı. Buna ek olarak, Arjantin Merkez Bankası aktif bir döviz kuru ve sermaye hareketlerinin kontrolü politikaları aracılığıyla gerçekçi ve reel devalüasyonist bir kur politikası izlemiş ve uluslararası iktisat yazınında istikrarlı ve rekabetçi reel döviz kuru diye adlandırılan modelin geliştirilmesine öncelik etmişti. Böylelikle Türkiye, yapısal olarak cari işlemler açığı vererek ulusal ekonomisinin ithalata bağımlılığını sürdürürken, Arjantin cari işlemler fazlaları yaratmaktaydı.
Bunun ötesinde 2002 sonrasında Arjantin’de maliye politikası, rastgele hedeflere dayalı ve öncelikle finans burjuvazisinin çıkarlarını korumaya yönelik faiz dışı mali bütçe fazlası stratejisi yerine, sosyal harcamalara dayalı bir genişleyici maliye politikası izledi. Bu program uyarınca sosyal harcamalar milli gelirin yüzde 10.3’ü ile 14.2’si arasında tutulmuş ve 2009’da ilan edilen Asignacion Universal por Hijo (Çocuk Başına Evrensel Dağıtım) programıyla birlikte çocuklara yönelik sosyal yardımlaşma fonları artırılmıştı.
2015 sonrası neoliberal karşıdevrim Ancak 2001 sonrasında Arjantin sadece yoksullukla değil, bir yandan da çoğunluğu ABD menşeili olan ulus-ötesi bankaların ve finans şirketlerinin Arjantin’deki kayıplarını geri almak için yürüttükleri yıpratıcı hukuk savaşıyla da mücadele etmek zorunda kaldı. Akbaba- bankalar diye adlandırılan uluslararası bu finans şebekesi, Arjantin’e karşı yürüttüğü savaşımı şiddetlendirerek sürdürdü. 2009 küresel krizi sonrasında dünya emtia piyasalarında artan belirsizlikler ve dalgalanmaların yarattığı yıkıcı etkiler Arjantin’in izlediği bir dizi politika hatası ile birleşince sonuç ciddi bir resesyon ve kriz oldu.
Bu koşullar altında, ABD’nin de politik desteğini yanına alan inşaat yatırımcısı, mühendis Mauricio Macri, neoliberal bir program vaadiyle başkanlık seçimlerini kazandı. 2018’de de IMF ile 56 milyar dolarlık bir stand-by anlaşması imzalanarak, geleneksel kemer sıkma ve daraltıcı maliye ve sosyal politikalar uygulanmaya konuldu. Öncelikle yabancı bankalara olan borçların ödenmesi ve “finansal sistemin sağlığı” adına atılan bu adımların amacı Arjantin ekonomisine sağlanan “kurumsal çıpa” aracılığıyla sıcak para girişlerini canlandırmak ve ulusal ekonomide spekülatif büyüme yönlü yeni bir ivme yaratabilmek idi.
Ancak söz konusu programın sonuçları muazzam bir ekonomik ve sosyal yıkım oldu: enflasyon yüzde 60’a, faizler yüzde 75’e yükselirken Arjantin Pezosu yaklaşık yüzde 31 oranında değer yitirdi. Reel sektör derin bir resesyona sürüklendi; sanayi üretimi yüzde 10 (imalat sanayii yüzde 20), milli gelir yüzde 5 geriledi. İşsizlik oranı yüzde 20’ye fırlarken yoksulluk oranı hızla yükseldi.
IMF’nin sunduğu 56 milyar dolarlık kredi ekonomiyi canlandırmaya neden yetmemişti?
Zira IMF’nin kredileri hiçbir zaman “reel ekonomiye” değil, öncelikle bankacılık kesimine ve finansal kurumların bilançolarını yeniden dengelemeye yönlendirilir ve piyasaların “rasyonalitesinden” optimum kararlara dayalı büyüme beklenir. Arjantin’de de bu beklenti oldu ve hemen her defasında tekrarlandığı üzere, sonuç daha da derinleşen kriz ve ağırlaşan sosyal sorunlardı.
Nitekim bu “genişleyici, daraltıcı maliye ve kemer sıkma” politika öyküsünün gerçekleştirilebilmesi için küresel ekonominin koşulları artık söz konusu bile değil. Ticaret savaşları, (anlaşmalı ya da anlaşmasız) her ne pahasına Brexit; düzensiz göç ve sosyal dışlanmaya dayalı milliyetçilik ve bunun yarattığı açık faşizm ve hukuksuzluk tüm dünyada kırılganlıkların arttığı, dengesizliklerin şiddetlendiği bir konjonktür yaratmakta. Küresel piyasaların yaklaşık 15 trilyonluk mali varlığın negatif getiriler ile sarsıldığı bu konjonktür altında IMF’nin spekülatif sıcak para girişlerine dayalı neoliberal reçetelerinin başarılı olma olanağı yok.
Arjantin’in bizlere sunduğu en önemli ders de bu.